12-13 Mart 2011 Tarihlerinde, Likya (Lycian Way) Yolu’nun 6. etabı olan Kumluca-Olimpos (Olympos) arasını yürüdük. Asıl etabımız olan Demre-Finike arasını, Bey Dağları’ndaki aşırı kardan dolayı es geçip, bir sonraki parkur olan Kumluca-Olimpos arasına devam ettik. Önümüzdeki günlerde kar müsaade ettiğinde bu etaba geri döneceğiz. Kumluca-Olimpos etabı kesinlikle şu ana kadar
yürüdüğüm en güzel parkurlardan birisi. Parkurun neredeyse tamamı asırlık çam
ağaçlarının gölgesi altında, Adrasan-Olimpos arası ise çam ağaçlarına ilaveten çok büyük sandal ağaçları gölgesinde, tam bir cangıl içinde devam ediyor. Yoğun sandal ağaçlarının yapraklarından bazen gök bile görünmüyor. Deniz manzarası ise muhteşem. Gelidonya Feneri'ne kadar birkaç yerde
çeşme var. Adrasan Koyu’na yaklaşırken de çeşme var. Kısaca bu etap güneşli sıcak günlerde rahatlıkla yürünebilecek ideal bir parkur. Ayrıca güzergahta, önceki etaplardaki kadar keskin taşlar bulunmuyor. Rahat ve güvenli otobüs yolculuğumuz sonunda saat 04.30 sıralarında Finike’ye ulaşıyoruz. (Kaptanımız Sn. Mustafa CENGİR Bey'e (0 535 7241627) çok teşekkür ediyorum.)
Kahvaltı yapacağımız Nur Pastanesi bizi 06.00 sıralarında beklediği için henüz börekleri pişirmemiş. Kaptanımızın Acıpayam yakınlarında mola verdiği Suit Park Dinlenme Tesisleri’ni (Denizli Antalya Karayolu Serinhisar 8 km. - 0258 564 3001), o yöne gidenlere kesinlikle tavsiye ediyorum. Çok temiz, hijyen. Tuvalette televizyon bile var. Gerisini siz düşünün. Bizler ıstırahat ederken,
Nur Pastanesi'nin ünlü börekleri pişiyor ve kahvaltımız 07.00’ye kadar sürüyor. Nur Pastanesi 1955 yılında Korkuteli’nde kurulmuş, Ege ve Akdeniz tatil beldelerinde 80 şubesi olan köklü bir müessese. Vakti olanlara özel sipariş ile hazırlanan mantarlı börekleri özellikle tavsiye ederim. Yürüyüşümüze 12.03.2011 cumartesi sabahı 08.00 sıralarında, Kumluca Karaöz’den başladık. 09.15 sıralarında da
Korsan Koyu’na (Melanippe) vardık. Koyun ve denizin güzelliği karşısında sevgili Necdet kendini denize atıverdi. Bana göre bu etaptaki bütün koyları, "korsan 1-2-3" diye adlandırmalı. Çünkü hepsi birbirinden güzel. Yaklaşık bir saatlik yürüyüşten sonra 10.45 sıralarında, ülkemizin en güzel manzaralı ve en yüksek konumdaki Taşlıkburnu (Gelidonya) Feneri’ne ulaştık. Gelidonya
isminin kökeni Yunanca “khalidonya” (kırlangıç) sözcüğünden geliyormuş. Bölgenin bir diğer adı da Yardımcı Burnu. 9 m. yüksekliğindeki Gelidonya Feneri’nin denizden yüksekliği 227 m. Beşadalar (Deveboynu) olarak adlandırılan fenerin tam karşısındaki ıssız adalar topluluğunun, Likya coğrafyasında ve denizcilik tarihinde çok önemli yeri var. Burası ters akıntılardan
dolayı Pamfilya Denizi’nin (Antalya Körfezi) en tehlikeli yeriymiş. Ters akıntılar antik dönemde sayısız gemiyi kayalara sürüklemiş ve burasını bir su altı mezarlığına dönüştürmüş. Dipteki onlarca batıktan biri olan 3300 yıllık Fenike teknesi, halen Bodrum Sualtı Müzesi’nde sergilenmekte. 1936 Yılında inşası tamamlanan fenerin ilk bekçisi, yapımında çalışan Karadenizli bir ustaymış. Yıllar sonra
bekçi evlenip memleketine dönünce, 1945 yılında Ali DEMİR işe başlamış. 1972’de babasından görevi devralan Hasan DEMİR, gaz yağı ile çalışan fenerin ışığını büyük zahmetlerle yıllarca yakmış. 2 km.lik patikadan yukarı malzeme çıkarmak, camda gaz yağının yarattığı is, şehir merkezinden oldukça uzakta çileli bir yaşam… Zamanla patikayı işleyip motosikletin çıkabileceği bir hale getirmişler
hayatı biraz kolaylaştırabilmek için. Şimdi görev, bu mekanda doğan üçüncü kuşak Mustafa DEMİR’de. Biz kendisini göremedik. Gemiciler için tehlikeli yerlerdeki fener ışıkları, özellikle fırtınalı zifiri karanlıkta tam bir can simidi olmalı. Böyle bir sorumluluk olmasa, bu kadar ıssız ve bakir yerlerde bir başına bu görev yapılabilir mi diye düşüncelere dalmışken sevgili rehberimiz Zeki Bey’in sesi geliyor.
Mola bitti, yürüyüşe devam. Bu vesile ile geçmişte kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde, ıssızlığın ve yalnızlığın tam ortasında, binbir cefa ile görev yapan fener görevlilerine, gemiciler adına şükranlarımı sunuyorum. Birinci gün yürüyüşümüz, Gelidonya Feneri’nden ayrıldıktan sonra neredeyse tamamı çam ormanı içinde mükemmel bir parkurda devam ederek 17.00 sularında Adrasan
Koyu’nda bitiyor. Musa Dağı’nın önünde yarım ay şeklinde yüzlerce metre uzunluğundaki Adrasan Koyu gerçekten çok güzel bir belde. Burada arkadaşlardan bazıları denize giriyor bazıları ise ayaklarını denize sokuyor. Biz 3 ıhtıyar ise (Şinasi YÜKSEL ile Yusuf ÇİLENGİR), akşam serinliğinin başlamasından dolayı akşam kalacağımız 1-1,5 km. uzaklıktaki Akdeniz Üniversitesi Adrasan
Eğitim ve Uygulama Merkezi (0 242 8831330) tesislerine yürümeye devam ettik. Duş ve güzel bir akşam yemeğinden sonra 21.30 sıralarında yattık. Bu tesis gerçekten çok güzel ve çok temiz. 13.03.2011 Pazar sabahı 06.00 sıralarında kalktık. Güzel bir kahvaltıdan sonra tesisten ayrılarak 07.45 sıralarında yürüyüşe başladık. 08.00 sıralarında Adrasan Koyu’na geldiğimizde
“Anadolu’yu vermeyeceğiz. We shall not give away Anatolia!” kampanyası fotoğraflarını çektirdik. Daha sonra Musa Dağı’nın eteklerinden geçerek, buz gibi dereleri çıplak ayakla aşarak, asırlık çam ormanlarının içinde muhteşem bir parkurda yürüyüşümüz devam etti. Tespih ağaçları tomurcuklanmış, bademler çiçeklerini açmış. Heryer yemyeşil çimen, papatyalar ve onlarca kır çiçekleri
rengarenk. Kuşlar ise cıvıl cıvıl. Tam bir bayram havası. Böyle bir ortamda mitolojik tanrıların dağı ilk Olimpos’un kurulduğu 750 m. yükseklikteki antik yerleşim yerine nasıl geldiğimizi anlamadık. Saat olmuş 12.00. Yüksek dağ – Ulu dağ anlamındaki Olimpos’un ilk yerleşim yerinde yaklaşık bir saat kadar kaldık. Öğle yemeklerimizi burada yedikten sonra kıpkırmızı gövdeleriyle, kaslı insan vücudu
gibi duran sandal ağaçlarının içinde yürüyüşümüze devam ettik. Sandal ağacı ormanı, resmen cangıl haline dönüşmüş. Gökyüzü bile görünmüyor. Güneşli günlerde ideal bir parkur. 15.00 Sıralarında Olimpos Antik Kenti ile Olimpos Sahili'ne ulaştık. Bir saat kadar
burada kaldık. Bir kısım arkadaş denize girdi. Diğerlerimiz ise kumsalda dinlendik. Su serin geldiği için ben denize girmedim. Kıyı bandında kumlar üzerinde bir süre yürüdükten sonra 16.00 sıralarında Çıralı Yanartaş kavşağına geldik. Çıralı Deresi'ni de
çıplak ayak ile karşıya geçip kısa bir moladan sonra yolun asfalt olması sebebiyle yürümeyip otobüse binerek 4 km. uzaklıktaki Çıralı’ya (Chimaera) gittik. 17.00 sıralarında yüksek basamakları ile kötü düzenlenmiş bir yoldan 1 km. yürüyerek Yanartaş’a
(Chimaera) ulaştık ve tanrıların sönmeyen ateşinde ısındık. Bence Yanartaş’ı gezmek ve görmek için en ideal saat akşam üzeri. Çünkü hem çevrenin güzelliği görülebiliyor, hemde yanartaşın alevleri çok belirgin halde oluyor. 18.00 sıralarında da etkinliğimizi bitirerek
kürkçü dükkanımıza (İzmir’e) dönüşe geçtik. Likya’nın ışıklı yollarında iki günde yaklaşık 45-50 km. arası yol kat ettik. Ayaklarımız, bedenimiz belki biraz yoruldu. Ama ışığın, aydınlığın ülkesi Likya’da, ruhumuz, gönlümüz ve beynimiz aydınlandı. Benim için bir rüya olan
bu etkinliğin gerçekleşmesini sağlayan sevgili rehberimiz Zeki VAROL’a, birkez daha çok teşekkür ediyorum. Herkese yardımcı olmaya çalışan Sn. Kamuran, Necdet, Ülkü ve İsmail (Oski) Bey'lere de çok teşekkürler.
ağaçlarının gölgesi altında, Adrasan-Olimpos arası ise çam ağaçlarına ilaveten çok büyük sandal ağaçları gölgesinde, tam bir cangıl içinde devam ediyor. Yoğun sandal ağaçlarının yapraklarından bazen gök bile görünmüyor. Deniz manzarası ise muhteşem. Gelidonya Feneri'ne kadar birkaç yerde
Nur Pastanesi'nin ünlü börekleri pişiyor ve kahvaltımız 07.00’ye kadar sürüyor. Nur Pastanesi 1955 yılında Korkuteli’nde kurulmuş, Ege ve Akdeniz tatil beldelerinde 80 şubesi olan köklü bir müessese. Vakti olanlara özel sipariş ile hazırlanan mantarlı börekleri özellikle tavsiye ederim. Yürüyüşümüze 12.03.2011 cumartesi sabahı 08.00 sıralarında, Kumluca Karaöz’den başladık. 09.15 sıralarında da
Korsan Koyu’na (Melanippe) vardık. Koyun ve denizin güzelliği karşısında sevgili Necdet kendini denize atıverdi. Bana göre bu etaptaki bütün koyları, "korsan 1-2-3" diye adlandırmalı. Çünkü hepsi birbirinden güzel. Yaklaşık bir saatlik yürüyüşten sonra 10.45 sıralarında, ülkemizin en güzel manzaralı ve en yüksek konumdaki Taşlıkburnu (Gelidonya) Feneri’ne ulaştık. Gelidonya
isminin kökeni Yunanca “khalidonya” (kırlangıç) sözcüğünden geliyormuş. Bölgenin bir diğer adı da Yardımcı Burnu. 9 m. yüksekliğindeki Gelidonya Feneri’nin denizden yüksekliği 227 m. Beşadalar (Deveboynu) olarak adlandırılan fenerin tam karşısındaki ıssız adalar topluluğunun, Likya coğrafyasında ve denizcilik tarihinde çok önemli yeri var. Burası ters akıntılardan
dolayı Pamfilya Denizi’nin (Antalya Körfezi) en tehlikeli yeriymiş. Ters akıntılar antik dönemde sayısız gemiyi kayalara sürüklemiş ve burasını bir su altı mezarlığına dönüştürmüş. Dipteki onlarca batıktan biri olan 3300 yıllık Fenike teknesi, halen Bodrum Sualtı Müzesi’nde sergilenmekte. 1936 Yılında inşası tamamlanan fenerin ilk bekçisi, yapımında çalışan Karadenizli bir ustaymış. Yıllar sonra
bekçi evlenip memleketine dönünce, 1945 yılında Ali DEMİR işe başlamış. 1972’de babasından görevi devralan Hasan DEMİR, gaz yağı ile çalışan fenerin ışığını büyük zahmetlerle yıllarca yakmış. 2 km.lik patikadan yukarı malzeme çıkarmak, camda gaz yağının yarattığı is, şehir merkezinden oldukça uzakta çileli bir yaşam… Zamanla patikayı işleyip motosikletin çıkabileceği bir hale getirmişler
hayatı biraz kolaylaştırabilmek için. Şimdi görev, bu mekanda doğan üçüncü kuşak Mustafa DEMİR’de. Biz kendisini göremedik. Gemiciler için tehlikeli yerlerdeki fener ışıkları, özellikle fırtınalı zifiri karanlıkta tam bir can simidi olmalı. Böyle bir sorumluluk olmasa, bu kadar ıssız ve bakir yerlerde bir başına bu görev yapılabilir mi diye düşüncelere dalmışken sevgili rehberimiz Zeki Bey’in sesi geliyor.
Mola bitti, yürüyüşe devam. Bu vesile ile geçmişte kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde, ıssızlığın ve yalnızlığın tam ortasında, binbir cefa ile görev yapan fener görevlilerine, gemiciler adına şükranlarımı sunuyorum. Birinci gün yürüyüşümüz, Gelidonya Feneri’nden ayrıldıktan sonra neredeyse tamamı çam ormanı içinde mükemmel bir parkurda devam ederek 17.00 sularında Adrasan
Koyu’nda bitiyor. Musa Dağı’nın önünde yarım ay şeklinde yüzlerce metre uzunluğundaki Adrasan Koyu gerçekten çok güzel bir belde. Burada arkadaşlardan bazıları denize giriyor bazıları ise ayaklarını denize sokuyor. Biz 3 ıhtıyar ise (Şinasi YÜKSEL ile Yusuf ÇİLENGİR), akşam serinliğinin başlamasından dolayı akşam kalacağımız 1-1,5 km. uzaklıktaki Akdeniz Üniversitesi Adrasan
Eğitim ve Uygulama Merkezi (0 242 8831330) tesislerine yürümeye devam ettik. Duş ve güzel bir akşam yemeğinden sonra 21.30 sıralarında yattık. Bu tesis gerçekten çok güzel ve çok temiz. 13.03.2011 Pazar sabahı 06.00 sıralarında kalktık. Güzel bir kahvaltıdan sonra tesisten ayrılarak 07.45 sıralarında yürüyüşe başladık. 08.00 sıralarında Adrasan Koyu’na geldiğimizde
“Anadolu’yu vermeyeceğiz. We shall not give away Anatolia!” kampanyası fotoğraflarını çektirdik. Daha sonra Musa Dağı’nın eteklerinden geçerek, buz gibi dereleri çıplak ayakla aşarak, asırlık çam ormanlarının içinde muhteşem bir parkurda yürüyüşümüz devam etti. Tespih ağaçları tomurcuklanmış, bademler çiçeklerini açmış. Heryer yemyeşil çimen, papatyalar ve onlarca kır çiçekleri
rengarenk. Kuşlar ise cıvıl cıvıl. Tam bir bayram havası. Böyle bir ortamda mitolojik tanrıların dağı ilk Olimpos’un kurulduğu 750 m. yükseklikteki antik yerleşim yerine nasıl geldiğimizi anlamadık. Saat olmuş 12.00. Yüksek dağ – Ulu dağ anlamındaki Olimpos’un ilk yerleşim yerinde yaklaşık bir saat kadar kaldık. Öğle yemeklerimizi burada yedikten sonra kıpkırmızı gövdeleriyle, kaslı insan vücudu
gibi duran sandal ağaçlarının içinde yürüyüşümüze devam ettik. Sandal ağacı ormanı, resmen cangıl haline dönüşmüş. Gökyüzü bile görünmüyor. Güneşli günlerde ideal bir parkur. 15.00 Sıralarında Olimpos Antik Kenti ile Olimpos Sahili'ne ulaştık. Bir saat kadar
burada kaldık. Bir kısım arkadaş denize girdi. Diğerlerimiz ise kumsalda dinlendik. Su serin geldiği için ben denize girmedim. Kıyı bandında kumlar üzerinde bir süre yürüdükten sonra 16.00 sıralarında Çıralı Yanartaş kavşağına geldik. Çıralı Deresi'ni de
çıplak ayak ile karşıya geçip kısa bir moladan sonra yolun asfalt olması sebebiyle yürümeyip otobüse binerek 4 km. uzaklıktaki Çıralı’ya (Chimaera) gittik. 17.00 sıralarında yüksek basamakları ile kötü düzenlenmiş bir yoldan 1 km. yürüyerek Yanartaş’a
(Chimaera) ulaştık ve tanrıların sönmeyen ateşinde ısındık. Bence Yanartaş’ı gezmek ve görmek için en ideal saat akşam üzeri. Çünkü hem çevrenin güzelliği görülebiliyor, hemde yanartaşın alevleri çok belirgin halde oluyor. 18.00 sıralarında da etkinliğimizi bitirerek
bu etkinliğin gerçekleşmesini sağlayan sevgili rehberimiz Zeki VAROL’a, birkez daha çok teşekkür ediyorum. Herkese yardımcı olmaya çalışan Sn. Kamuran, Necdet, Ülkü ve İsmail (Oski) Bey'lere de çok teşekkürler.
Sağlıkla kalın.
Ayhan YÖRÜK
Bu etkinliğin fotoğraflarını görmek için lütfen burayı tıklayınız.
Not: Bu yazının hazırlanmasında ATLAS Dergisi Türkiye Deniz Fenerleri Atlası Özel Kolleksiyonu'ndan yararlanılmıştır.
I loved those pictures...good memories of my Lykia Yolu in september 2009.
YanıtlaSilIvan Degryse
21.03.2011
14.21