14 Haziran 2016 Salı

ŞANLIURFA (Yukarı MEZOPOTAMYA Etkinliği-1) – (20-21 Mayıs 2016)

Yukarı Mezopotamya etkinliğimizin Gaziantep bölümünü, 20 Mayıs 2016 Cuma günü saat 11:30 sularında Nizip Fevkani Kilisesi’nde bitirip, saat 12:40 sıralarında Birecik Baraj Gölü kıyısında bulunan Halfeti’ye gelerek, gezimizin Şanlıurfa 

bölümüne başlıyoruz. Burada kiraladığımız tekne ile Rumkale ve Birecik Baraj Gölü suları altında kaldığı için “Batık Köy–Batık Şehir” diye adlandırılan Savaşan Köyü’ne gidiyoruz. Camisi, okulu ve birçok evi sular altında olan 
köyün sokaklarında kısa bir gezintiden sonra Savaşan Köyü Muhtarı Hasan ÇİLOĞLAN ile sohbet ediyoruz. Terkedilmiş durumda olan köyde ayakta kalmış çok güzel 37-38 otantik taş evin restore edilerek butik otel tarzında neden 
işletilemediğini sorduğumda, “Birilerinin köylüleri devre dışı bırakarak bu evleri büyük bir otel şekline getirmek istediğini”, kendilerinin ise bunu istemediğini anlatıyor. İnşallah en kısa zamanda bir çözüm bulunarak bu evler yıkılmadan 
restorasyonları sağlanıp, köylüler ile birlikte işletmeye alınır. Böylece Birecik Baraj Gölü’nün sular altında bıraktığı bu insanlar, kültür turizmi kapsamında yüzlerce yıl yaşadıkları köylerinde, atadan dededen gelen birikimlerini yeni nesillere
ve turistlere aktarabilirler. Dönüş yolunda teknemizin kaptanı Rumkale’nin yakınlarında kale ile ilgili anlatımlarda bulunuyor. Yontma taş devrinden bu yana sürekli yerleşime sahne olmuş Rumkale’de, Hz. İsa’nın havarilerinden  
Johannes (Yuhanna)’in Roma döneminde burayı mesken tutarak, kayadan oyma bir odada İncil’in nüshalarını çoğalttığı rivayet ediliyormuş. Tekne turunun sonunda Halfeti kıyısında dubalar üzerinde bulunan Sini Duba Restauran’da 

barajdan tutulan Şabut Balığı yiyoruz. Sonra Halfeti içinde yaptığımız kısa bir gezi ile Halfeti Gerdanı (Gap Köprüsü) olarak adlandırılmış asma köprüden karşıya geçip döndükten 
sonra Halfeti’den ayrılıyoruz. Şanlıurfa yolu üzerinde Fırat Nehri’nin kıyında bulunan Birecik’te, Kuzey Afrika’da yaşayan, üremek için sadece Birecik’e gelip yuva yapan, Nuh Peygamberin bereket sembolü olarak Tufan’da gemisine 
aldığı Kelaynak Kuşları’nı, Üreme İstasyonu’nda gördükten sonra Şanlıurfa’ya devam ediyoruz. Akşamı etmişiz. Doğru akşam kalacağımız Balıklıgöl’ün hemen karşısında bulunan Hotel EL-Ruha’ya(0 414 2154411) yerleşiyoruz. 
Güzel bir otel. EL Ruha arapça Urfa demekmiş. Biraz istirahatten sonra Lebene (Yarma buğday ve yoğurt ile yapılmış), Bostana (Salatanın sulusu – Kaşık salatası), 
Urfa Kebap ve Şıllık tatlısından (Antep fıstık ile rulo edilerek şerbetlenmiş yufka) oluşan akşam yemeğimizi otelde yiyip Mırra’larımızı içiyoruz. Garsonumuzdan Mırra içmenin 
inceliklerini öğreniyoruz. Oldukça acı olan Mırra fincanı masaya bırakılmıyormuş. Bırakılır ise “Bu tekrar istiyorum” anlamına geliyormuş. Masaya bırakıp tekrar içmek istemez isen cezası, mırrayı sunan kişiyi evlendirmek 
ya da yüklüce ceza parası ödemekmiş. İçmek istemiyorsan fincanın üzerini parmaların ile kapatarak geri vermek gerekiyormuş. Bu arada saatin 21:30’u geçmesi sebebiyle serbest zaman veriyoruz. Ben, Yusuf ve Mehmet 
Bey’ler ile birlikte Gülizar isimli bir mekanda Sıra Gecesi’ne gidiyoruz. Daha sonra oğlum Bahadır’da bize katılıyor. Geleneksel Sıra Geceleri, genellikle kış geceleri birbirine yakın yaş grubundaki arkadaşların, her hafta başka bir evde 
olmak üzere sıra ile yaptıkları toplantılarda, geleneklerin, göreneklerin, müzik kültürünün, toplumsal yaşam kurallarının, saygı, hoşgörü ve dayanışmanın öğrenildiği sohbetlerden sonra, enstruman çalan ve okuyucu kişilerin 
oluşturduğu sıralarda, makam seyri içerisinde sazlı sözlü fasılla devam eden, mırra ve çiğ köfte ikram edilen toplantılarmış. Gittiğimiz sıra gecesi ise tamamen duygusal boyutta güncellenmiş. Mikrofonla bağırarak söylenen türküleri anlamak mümkün olmadığı gibi, aşırı gürültüden 
yanındaki ile anlaşmak da imkansız. Yediden yetmişe her kesimden baylı bayanlı katılımcılar ile resmen bir düğün havasına dönmüş. Bu ortamda fazla kalamayıp otele dönüp istirahate çekiliyoruz. 21 Mayıs 2016 Cumartesi günü 
gezimize sabah 09:00 sularında, Balıklıgöl’ün hemen üst tarafında bulunan Şanlıurfa Kale’sinden başlıyoruz. Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı tepe üzerinde bulunan, üç tarafı kayadan oyma derin hendek ile çevrili Kale’nin surları, 
M.S. 814 yıllarında Abbasiler döneminde inşa edilmiş. Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı mancınıkın ayakları olduğuna inanılan 17.25 metrelik 2 sütun, M.S. 240-242 yıllarına 
aitmiş. Kale’den Balıklıgöl’ün yemyeşil alanını ve Şanlıurfa’yı kuşbakışı seyrettikten sonra, Balıklıgöl diye bilinen Halil-Ür Rahman Gölü’ne gidiyoruz. Rivayete göre Hz. İbrahim ateşe atıldığında düştüğü yerde oluşan gölmüş. 
Nemrut ve halkının taptığı putları kırıp parçalayan Hz. İbrahim, Nemrut tarafından Urfa Kalesi’nin bulunduğu tepeden ateşe atılır. Allah tarafından ateşe; ”Ey ateş İbrahim’e karşı serin ve selamet ol”(Enbiya Suresi, 69. Ayet) 
emri verilir. Bunun üzerine ateş su, odunlar ise balık olur. Etrafı ise gül bahçesine dönüşür. Halen göldeki suyun şifalı, balıkların ise kutsal olduğuna inanılmakta. Balıklıgöl’ün hemen yanında bulunan Rızvaniye Camii ve Medresesi 
bahçesinde küçük bir Urfa’lı çocuktan Balıklıgöl hikayesi ile Urfa türküsü dinleyip biraz da balıkları seyrettikten sonra önce Şanlıurfa Tanıtım Merkezi’ne, oradan da 3 semavi dinin, Musevi, Hıristiyan ve Müslüman dinleri 
peygamberlerinin atası olan Hz. İbrahim’in doğduğu ve 7 yaşına kadar yaşadığına inanılan Mevlid-i Halil Mağarası’na gidiyoruz. Babil kralı Nemrut bir gece rüyasında tahtının yıkıldığını ve hükümdarlığının sona erdiğini görür. Kahinler, 
bu rüyayı Kral Nemrut’a, dinini ve tahtını yıkacak bir çocuğun doğacağı şeklinde yorumlarlar. Nemrut, o yıl doğacak olan bütün çocukların öldürülmesini emreder. Bu sırada hamile olan Hz. İbrahim’in annesi Nuna
gizlice bu mağaraya sığınır ve Hz. İbrahim’i burada doğurur. O yüzden burası İbrahim Halilullah Makamı (Dergah)olarak ziyaret edilmekte. Mağaranın bitişiğinde yer alan Mevlid-i Halil Camii Osmanlı döneminde 1523 yılında, 
Yeni Mevlid-i Halil Camii ise 1988 yılında inşa edilmiş. Hz. İbrahim mağarasından yürüyerek Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’ne geçtik. 2015 yılında açılan 31.000 m2 kapalı alana sahip 3 katlı olarak inşa edilen Şanlıurfa Müzesi, 
Ülkemizin en büyük müze kompleksiymiş. Müze, Paleolitik(M.Ö.18.000-9.500), Neolitik(M.Ö.10.500-6.000), Kalkolitik(M.Ö.6.000-3.300), Tunç(M.Ö.3.300-1.110), Demir(M.Ö.1.100-330), Helenistik-Roma-Bizans, İslami ve 
Peygamberler salonu olarak düzenlenmiş. Ayrıca insan boyutunda yapılmış dünyanın en eski heykeli, Göbeklitepe imitasyonu, Nevali Çori Tapınağı’nın orjinali, çok sayıda dönem canlandırması, Hz. İbrahim animasyonu ve yaklaşık 
4.000 eser çok başarılı bir şekilde sergilenmiş. Arkeoloji Müzesi’nden, Mayıs 2006 yılında kanalizasyon çalışması sırasında bulunup Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın maddi, Şanlıurfa Belediye’sinin lojistik desteği ile Şanlıurfa Müze 
Müdürlüğü tarafından yapılan kazılarla ortaya çıkarılan Haleplibahçe Mozaik Müzesi’ne geçiyoruz. 3. ve 4. Yüzyıldan kalma Amazon kraliçelerinin av partisini tasvir eden mozaikler ile Truva Şavaşı kahramanı Akilleus’un 
hayat hikayesi, zebra terbiyecisi gibi birçok mozaiklerin üzerine yapılan cam tabanlı yürüyüş yollarıyla, çok başarılı bir şekilde yerinde sergilenmekte. Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi ile Haleplibahçe Mozaik Müzelerini gerçekten 
çok başarılı. Helal olsun. Her iki müzeyi de çok beğendim. Şanlıurfa’ya giden herkesin bu iki müzeyi görmeden kentten ayrılmamasını tavsiye ederim. Bu arada saat yarım olmuş. 
Karnımız acıktı. 1968 Yılından bu yana taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanan Meşhur Ciğerci Aziz Usta’nın yerinde ciğer yemeğe gidiyoruz. Şanlıurfa’da bütün 
ciğercilerin masalarında kuru soğan, acı biber, küçük bir tahta ve bıçak bulunmakta. Herkes, bu malzemeler ile mangalda pişen ciğerin içini kendisi hazırlayıp
dürüm yapıyor. Aziz Usta’nın nefis ciğerinin üzerine 1562 yılında Kanuni Sultan Süleyman zamanında Behram Paşa tarafından yaptırılan, içinden Halil-Ür Rahman Gölü’nün suyu da geçen Gümrük Hanında, Menengiç Kahvesi 
içtikten sonra, aracımız ile Göbeklitepe’ye doğru hareket ediyoruz. İlkel dinlerin Dünyadaki en eski merkezi olan Göbeklitepe’nin, 12.000 yıl öncesinde, insanoğlu tarafından yaratılan büyük bir buluşma merkezi olduğu, günlük yaşama 
yönelik mekanlarla değil, törensel amaçlı inşa edilmiş anıtsal yapılarla kaplı olduğu ve onu yapan neolitik dönem insanları tarafından bilinçli olarak doldurulmuş, bir nevi gömülmüş olduğu tespit edilmiş. Göbeklitepe ile ortaya çıkan en önemli 
bulgunun, tapınağı yapanların yerleşik hayata geçmemiş avcı-toplayıcı insanlar olmasıymış. Bu da bugüne kadar bilinenin aksine insanoğlunun yerleşik yaşama geçmeden ve henüz kendisine ev yapmadan önce tapınağını yaptığını, 
dinsel törenlerini gerçekleştirdiğini ortaya koyarak Dünya arkeoloji tarihinin yeniden yazılması sonucunu doğurmuş. Saat 15:00 sularında Göbeklitepe’den ayrılarak, Hz. İbrahim’in Filistin’e gitmeden önce oturduğu için 
“Hz. İbrahim şehri de” denilen Harran’a hareket ediyoruz. 1260 Moğol istilasında tahrip edilip günümüze kadar harap bir şekilde gelen Harran’da, Emevi devrinden kalan İç Kale’yi gördükten sonra konik kubbeli geleneksel evlerin 
yanına gidiyoruz. Günümüzde içinde yaşanılmayan evler yazın serin, kışın sıcak oluyormuş. Koniler, yapının dört köşesinde bulunan kilit taşları sayesinde ayakta 
duruyorlarmış. Geleneksel evlerin yanından, dünyanın ilk üniversitesi olan Harran Üniverisitesi, İslam mimarisinde Anadolu’da yapılmış ilk Cami olan Ulu Cami kalıntıları ile 
Harran Höyüğü’nün yanına gidiyoruz. Ferhat ÖZYAVUZ isimli anlatıcı gençten Harran ve çevresinin öyküsünü dinliyoruz. Bu arada saat 17:30’u geçiyor. Proğramımıza göre sabaha karşı Nemrut Dağı zirvesinde güneşin doğuşunu 
izleyeceğimiz için, Hz. İbrahim’in torunu olan Yakub Peygamber’in dayısının kızı Rahel ile karşılaştığı Kutsal Kuyu’yu, Şeyh Yahya Hayat El-Harani Hazretleri Camii ve Türbesi’ni, Çoban Mağaraları’nı, Bazda Mağaraları’nı, 
Han El Ba’rür Kervansarayı’nı, Şuayb Peygamberin yaşadığı mağaranın da bulunduğu Şuayb Şehri Harabeleri’ni, Musa Peygamber’in Şuayb Peygamber ile buluşup mucizevi asasını aldığı, ay, güneş ve gezegenlerin 
kutsal sayıldığı Asur ve Babil uygarlıkları pagan dinlerine ait tapınak kalıntılarının, gezegen tanrılara adanmış insan kabartmalarının bulunduğu Soğmatar Ören Yerini gezip görmeye vakit kalmıyor. Başka bir etkinlikte inşallah. 
Çünkü yolumuz uzun. Ancak gece 23:00 sularında sabaha karşı 03:00’de yürümeye başlayacağımız Adıyaman’ın Kahta İlçesi Karadut Köyü’nde ki Işık Pansiyon’a ulaşıyoruz. Şanlıurfa’da, Arap ve Ortadoğu ile peygamber kültürleri 
hemen hissediliyor. Atatürk Barajı suları altında kalan Nevali Çöri’de yapılan kazılarda 11.500 yıl önce insanların ilk evleri burada yaptığı, ilk defa tarım yaparak buğday ve mercimeği ürettiği, bu ürünlerin buradan dünyaya yayıldığı 
tespit edilmiş. Hz. İsa Peygamber tarafından kutsanan ve Hıristiyanlığı dünyada kabul eden ilk kralın Urfa Kralı olması, Şanlıurfa’nın Hıristiyanlarca da kutsal sayılmasına sebep olmuş. Bunlar gibi bir sürü özelliklerden dolayı, 
Mekke, Medine ve Kudüsten sonra Dünyanın dördüncü İnanç Merkezi olarak anılan Peygamberler Şehri Şanlıurfa’yı bir günde gezebilmek mümkün değil. İnşaallah en kısa zamanda, dünyanın en eski yerleşim yerlerinden 
kültür ve medeniyetin bütün dünyaya yayıldığı bu topraklar üzerinde 300’den fazla gezilip görülecek benzersiz bir hazine olan, Musa Peygamber, Şuayb Peygamber, Yakup Peygamber, Eyyüp Peygamber ve Elyesa Peygamber’in 
yaşadığı, İsa Peygamber’in kutsadığı Peygamberler Şehri Şanlıurfa’ya, tekrar gelebilmek dilekleri ile yazımı burada bitiriyorum.
Sağlıkla kalın.
Ayhan YÖRÜK


Şanlıurfa fotoğraflarını görmek için lütfen burayı tıklayınız.

Şanlıurfa video günlüğü görmek için lütfen burayı tıklayınız.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder